Türkrock müziğin kendine özgü tarzı ile kalitesini kaybetmeden günümüze taşıyan sanatçı Yaşar KURT yeni ablümünü 8 yıl aradan sonra yayınlamaya hazırlanıyor. Sağlık sorunları sebebiyle bu kadar ara verilmiş, geçmiş olsun.
Albümde ki şarkı listesi ise şu şekilde;
1. Dokuz Altı Yolları
2. Kimse Bilmez
3. Güneş Kokusu
4. Kendim Gibi
5. Emrah
6. Bedir
7. Boynum Dik
8. Ver Bana Düşlerimi
9. Martıya Benzetme
10. Toprak Ana
11. Gelevera Deresi
Ayrıca usta sanatçı Radikal gazetesine verdiği röportaj da çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“Uzun süredir beklenen albümü çıktı” kalıbı hiç bu kadar yerine oturmamıştı. Dile kolay tam sekiz yıl bekledi sevenleri, Yaşar Kurt’un yeni solo albümünü. Adı, ‘Güneş Kokusu’. Beklentinin karşılığını veriyor, pek sürpriz yok ama içinde. Bu, aslında yarım kalmış bir albüm kaydının hatırası. İçindeki şarkıların yarısı 2005’ten bu yana dinleniyor. Diğerleri ise yeni ve hepsi leziz. Albümün o zamanki ruhuna ve şimdi aramızda olmayan ruhlara saygı gereğince yeniden kaydetmemişler eski şarkıları. Olduğu gibi bırakmışlar. Bir yanıyla tarihi eser niteliğindeki bu albüm, aslında içeriğinden daha fazlasını, Yaşar Kurt’un geri dönüşünü simgeliyor. Geçen zaman Yaşar Kurt’a ne eylemiş merak edip vardık yanına, anavatanı sayılacak Beyoğlu’na. Gördük ki zaman biraz yumuşatmış hatlarını, ama o eski kurt; yine sivri, yine heyecanlı, yine harbi duruşuyla karşımızda…
Niye bekledim?
Sekiz yıl geçti, önceki albümden bu yana. O dönemlerde, sizi idolleri arasına koyan bir kuşak vardı. Onlara yeni bir şeyler sunmak için neden bu kadar beklediniz?
İyi müzik yapmak iyi koşullarla alakalı bir şey. O yıllar şansızdı, ailemde kayıplar oldu, ayağımı kırdım, arkadaşlarımı kaybettim. 2000’de 12 yılla yargılandım. Açıkçası iyi bir prodüktörüm de yoktu. İstediğim ortamı bulamadım üretmek için ve bir karar aldım: “Yapmak için yapma”. Müzik yapmaya devam ediyordum, ama yeni bir albüm üretmek.. O sekiz yıl benim oturup biriktirmem gerekti. İnsanlara iyi bir şeyler vermek, oldu demek, büyük bir sorumluluk. İçinde bulunduğum psikoloji ve beni gerçekten anlayacak olan bir firma olmayışı beklememe neden oldu.
Bugün ne değişti peki?
Bugün daha uyumlu, daha rahat bir ortamdayım ve kendimi daha hazır hissediyorum. Kalan Müzik ilgilendi ve gerçekten hakkını verdiklerini düşünüyorum. Birlikte çalıştığım insanlarla fikirlerimi hayata geçirmekte zorlanmadım.
Güneş Kokusu, bir öze dönüş albümü olarak nitelendirilmiş. Hangi manada öze dönüş?
O sekiz yıl sanki hiçbir şey yapmamakla, uzak durmakla geçti ama o ben değilim aslında; hiçbir şey yapmayan adam ben değilim. Her halükârda bir şeyler yapmaya çalışırım. Ama sekiz yılda hiçbir şey yapmamayı tercih eden adam oldum. Şimdi o enerji geri döndü, hayatta oluyor böyle şeyler, bazen yıllar karmaşayla geçer…
Bazen aşk geri getirir o enerjiyi…
Doğru aşk da var. Geçmişte terk ediliş de var. Ben kamuoyu ile çok özellerini paylaşmayı seven birisi değilim, belki şu anda ilk defa paylaşıyorum ama 2000’de travmalı bir terk ediliş var, tam yüzükler takılıyorken üstelik. Ben yalnızlığı seven bir insan değilim, Red Kit’e benzetirlerdi beni, filmin sonunda yalnız giden karakter gibi ama sevmem yalnızlığı.
Yeni ve eski şarkıların tutarlı bir havası var. Eskiye sadık kalarak mı sağladınız bunu?
Tabii bilinçli bir tercihti, yeni parçalar kaydetmek de Kalan Müzik’in önerisiydi, ben cesaret etmeyecektim belki de. Yarım kalmışlığıyla tamamlansın istedim o albüm. Ama Hasan (Saltık) ısrar etti, iyi ki de etmiş. Sunay Özgür’le, Flört grubuyla çalışmak da doğru bir seçimdi.
Cem Karaca
Müzisyenler yeni şeyler keşfetmek ister halbuki, içinizde ukde kaldı mı?
2006’da bir albümü yapıp 2012’de ona geri dönmeye çalışmak çok hoş bir durum değil, beni biraz zorladı ama kayıtları ziyan edemezdim. Engin (Yörükoğlu) var bir kere orada, Ahmet (Güvenç) var, Çağatay (Kehribar) abi var. O kıvamı tekrar tutturamazdık, o ruhu yakalayamazdık. Engin’le çalışmak çok keyifli, çok heyecan vericiydi.
Belgesel niteliği de var albümün…
Tabii, Cem Karaca mesela, albümdeki Emrah şarkısını rica ettim kendisinden, çaldık kaydettik, tam dinleteceğiz.. Adam göçtü gitti. Yıkıldık. 10 gün stüdyoya falan uğramadık o sıra. O şarkı bildiğim kadarıyla çıkış şarkısı Cem Karaca’nın ve 30 yıl sonra Engin’le Ahmet’le, kendi arkadaşlarıyla yeniden kaydetmiştik şarkıyı, beni ne kadar beğenirdi bilmem ama dinleyemeden gitti işte.
İTÜ Sözlük’te şöyle bir yorum var, “Çoğu insan gitar çalmaya onunla başlar”. Sahiden bir gitarın etrafına toplanıldığında şarkınız duyulur.
Ben de çok duyuyorum. Gurur verici. Gitarın günlük hayata girmesi biraz benimle oldu gibi. Çünkü basittir gitar hareketlerim, kavraması basittir, yapması değil ama. Dört akor, üç akorlu, kolay çevirebilirsiniz. Belirli noktalara gelmiş müzisyen arkadaşlarım var, “Baba biz seninle başladık gitara, şimdi seninle çalıyoruz derler” mesela.
Bir Akdeniz Akşamları’nı çalmak gibi de değildir Korku’yu çalmak herkesin içinde, serttir…
Tabii, sert. 90’lı yıllarda başın belaya girerdi bunu söylesen. Bir yerlerde Korku’yu söylüyorlardı sahnede, girdim kenara oturdum. Bir anda “En büyük asker bizim asker” sloganlarıyla indirdiler çocuğu sahneden… Cem Karaca vermişti bana ilk tüyoyu, “Evlat, konuya sert girme, çok sıkıntı çekersin” diye ama ben çoktan sert girmiştim konuya. Öncelikle şuna bir karar vereceğiz, özgürlükçü bir toplum olmasak bile, günün birinde özgürlükçü bir toplum olabileceğimiz umuduyla yaşıyoruz hâlâ. İnsanı ilerleten şey fikir hürriyetidir, sanatın üzerine bir baskı insana yakışmaz. 80’lerde çok sıkıntı çektik, insanlar darbenin getirdiği sansür ortamında okumamaya, konuşmamaya, ilerlemeyi durdurmaya başladı. Sanata yapılan sansür en kötüsüdür ve devlet terörüdür. Belki birçok konuda rahatlama olmuştur ama sansür konusunda 80’lerde başlayan bu tutum bugün bence hâlâ ortadan kalkmamıştır.
Arto Tunç Boyacıyan’la tanıştığınız dönemde Ermeni kökenli olduğunuzu keşfettiniz. Hiç tepkiyle karşılaştınız mı?
Tabii oldu. Kendi ailemden tepkiler geldi, uzak akrabalardan. Onları da anlıyorum, biraz ürktüler, böyle bir şeyle yüzleşmek kolay değil. Ermeni sözü bir küfür olduğu, biraz hain olmakla özdeşleştirildiği için tarih boyunca, bunun getirdiği bir ürperti var. Bunun çok farklı bir tarafını yaşıyorum, bu ülkenin bugünkü kimliğine ait bir insanım. Almanya’da kaldığım dönemde ırk, din ve inanç yüzünden insanların saldırıya uğraması vahametini bir Türk olarak yaşadım. Kreuzberg’de nöbet beklerdim mahallemde. Türkiye’de Hrant’ın vurulması mesela, bir gazeteci olarak düşünce özgürlüğünü kullanamaması ve bunun linçle sonuçlanması… Bu organize bir linçtir, birkaç kişilik iş değildir. Ermeni kökenli olsam da olmasam da ırkçılık karşısında aynı tepkiyi verirdim. Ben her zaman mazlumun yanındayım ve hayatım boyunca böyle olacak. Başörtülü kızların da yanındayım, başörtüsü taşıdığı için üniversiteye giremeyen çocukların da yanındayım ben. Avrupa’da savaş verdiğimiz konu da budur, çifte standarttır. Biz de çokuluslu bir dünyada yaşamaya aday bir toplumuz. İşte Kürt meselesi, burnumuzun dibinde. O zaman çok ulusluluk, çok dinlilik, çok kültürlülük dünyasını anlamamız ve buna bir saygı geliştirmemiz gerekiyor. Bu, İslam inancında da yoktur,Türkiye’nin fıtratına da aykırıdır.
Barışarock
Askerlik meselesi de hep gündemde. Militarizm karşıtları için marşa dönüşen ‘Korku’yu bestelediğiniz günden bu yana değişim algılıyor musunuz?
Olmaz mı, o günlerde şarkısını yapmak bile zordu, şimdi parlamentoda tartışılıyor kısaltılsın mı, özel mi olsun diye. Bence sivil bir inisiyatif olmalı. Paralı askerlikten yana değilim, şundan yanayım: Vatana hizmet etmek istiyorum ama silahla yapmak istemiyorum yahu! İlla kurşun atmak kurşun yemek değildir bence vatana hizmet. Vatan hizmeti en kutsal hizmettir buna hiç itirazım yok. Amme hizmeti yaparım, şerefle yaparım. Ama zorlamayla, gönüllülük, yeterlilik aramaksızın, psikolojik altyapısı sorgulanmaksızın silah eğitimi verip cepheye sürmek bence doğru değil.
Kurucuları arasında yer aldığınız ‘Barışarock’ bir inisiyatif olarak devam ediyor mu?
Hayır etmiyor, Barışarock zamanla amacından saptı. Savaş karşıtıydı, bir sürü genç grup kendini binlerce insana ifade etme fırsatı buldu, sanat grupları, tiyatro grupları bir araya geldi. Ama sonra çok kalabalıklaştı, masraflarımız arttı ve o kalabalıkla başa çıkamaz hale geldik. Politik anlamda da amacından saptı, siyasi bölünmeler başladı. Sol kesimin en büyük hastalığı orada nüksetti.
Mazeretim var asabiyim ben, sessiz kalamam
Eski konserlerde an gelir asabi tavırlara kapılırdınız. Kimileri eleştirir, kimileri ‘Vardır bir bildiği’ derdi.
Mazeretim var, asabiyim ben! Saygısızlığa asla tahammül edemem. Mevki falan tanımam. Bu yüzden biraz meczup, asosyal olduğum söylenebilir, çünkü müdahale ederim, sessiz kalamam saygısızlığa.
Değer bir işse oyunculuk için koşa koşa giderim
Tiyatro eğitimi aldınız, dizilerde de oynuyordunuz. Şimdiki dizilerden kendinizi yakıştırdığınız yapımlar var mı?
Çok sağlam bir tiyatro eğitimim var, dramaturjiden oyunculuğa, sahne yönetimine kadar. Şimdikilerden Muhteşem Yüzyıl’ı çok başarılı buluyorum. Tarihi yapımları beğeniyorum. Oyunculuk ciddi bir iş, bütün zamanımı almaya değer bir iş olursa seve seve, koşarak giderim. Oyunculuğu gerçekten çok seviyorum.
“Ayrılık kadar acıdır / tekrar görüşmek / yeniden ayrılacağını bilerek” diyor ya şarkınız, bir sonraki albümün gelişi de bu kadar uzun sürecek mi?
Yok, sürmeyecek. 2012 Ocak’ta yeni kayıtlara başlayacağım. Hikâyeli şarkılar diye de bir proje var kafamda, bende hikâyesi olan Vedat Sakman, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok gibi çok sevdiğim bestecilerin şarkıları var. Onları bir de benim yorumumla dinleyeceksiniz.