Psychonaut 4

Psychonaut 4: Gürcistan’dan Yükselen DSBM!

Biyografi / Black Metal / Kapak / Müzik | 0 Yorum

Psychonaut 4, bu haftasonu ülkemize geliyor. 9 Mart Pazar günü IF Beşiktaş İstanbul’da, 11 Mart Salı günü ise 6:45 KK Ankara‘da sahne alacak.

Konser öncesi ise grubu tanımayanlar ve geçtiğimiz sene konserin nasıl geçtiğini merak edenler için bir yazı hazırladık. Ayrıca İstanbul ve Ankara konserlerinden konuk grup olarak da Illusions Play sahne alacak. Illusions Play’ın son albümü “Empire of Desolation“ı sitemizde incelemiştik, bu linkten göz atabilisiniz.

Psychonaut 4 tanıtım yazısının ardından Ahmethan Dağlı tarafından yazılan geçtiğimiz yıl gerçekleşen konserinin kritiğini bulabilirsiniz.

Kuruluş ve İlk Yıllar (2010)

Psychonaut 4, 2010 yılında Gürcistan’ın başkenti Tbilisi’de kuruldu. Grup, vokalist David “Graf” Kiknavelidze önderliğinde, Temur “Glixxx” Lomidze (gitar), Timas “Nepho” Shilingas (davul) ve Lasha “André” Adamia (bas gitar) tarafından hayata geçirildi. Daha sonra gruba Drifter (gitar) gibi ek üyeler de katıldı. Psychonaut 4, depresif ve intihara eğilimli temaları işleyen black metal alt türü DSBM’yi benimseyerek, Gürcistan gibi metal müziğin ana akım olmadığı bir coğrafyada dikkat çekici bir çıkış yaptı.

Grubun adı, “psikonot” (psychonaut) teriminden geliyor; bu, genellikle bilinçaltını ve zihni, çoğunlukla psychedelic maddeler yardımıyla keşfeden kişileri tanımlıyor. “4” ise, dekstrometorfan (DXM) adlı maddenin deneyimlerinde dört farklı “plato” (aşama) olmasından esinlenilmiş. İsmin bu kısmı, grubun kuruluşunda Graf’ın “Psychonaut” fikrini ortaya atması ve basçı André’nin “4”ü eklemesiyle şekillenmiş. Bu isim seçimi, grubun müziğinin temelinde yatan karanlık, introspektif ve deneysel ruhu da yansıtıyor.

Psychonaut 4, müzik kariyerine 2011 yılında “40%” adlı bir demo ile başladı. Bu demo, üç kısa şarkıdan oluşuyordu ve toplam süresi yaklaşık 2 dakika gibi oldukça kompakt bir yapıdaydı. Başlık, votkadaki %40 alkol oranına bir gönderme olarak seçilmişti; bu, grubun alkol ve madde kullanımına dair temaları işleyen estetiğinin erken bir göstergesiydi. Demo, ham ve minimalist bir sound’a sahip olsa da, DSBM’nin karakteristik özelliklerini taşıyordu: melankolik melodiler, çiğ vokaller ve umutsuzluk dolu bir atmosfer.

2012, Psychonaut 4 için dönüm noktası olan bir yıldı. Grup, bu yıl içinde hem ilk tam uzunlukta albümleri “Have a Nice Trip”i yayımladı hem de “Tired, Numb, Still Alive” adlı bir split albümde yer aldı. Split albümde, benzer türde müzik yapan Unjoy ve Eurythmie gruplarıyla iş birliği yaptılar. “Have a Nice Trip”, grubun depresif black metal tarzını daha geniş bir çapta sergilediği bir çalışma oldu. Albüm, psychedelic etkilerle zenginleştirilmiş karanlık riff’ler ve Graf’ın çığlıklarla dolu yoğun vokalleriyle dikkat çekti. Bu dönemde grup, Gürcistan’ın Sovyet sonrası kasvetli atmosferinden beslenen bir sound geliştirdi.

Psychonaut 4, 2015 yılında “Dipsomania” albümünü yayımlayarak uluslararası DSBM sahnesinde adını duyurdu. “Dipsomania” (alkol bağımlılığına işaret eden bir terim), grubun en beğenilen çalışmalarından biri oldu. Albüm, hem müzikal derinliği hem de lirik yoğunluğuyla öne çıktı. Şarkılar, alkolizm, depresyon ve varoluşsal kriz gibi temaları işlerken, sound olarak daha rafine bir prodüksiyon sundu. Melankolik piyano pasajları ve atmosferik katmanlar, albümün duygusal etkisini artırdı.

2016’da ise “Neurasthenia” albümü geldi. Bu albüm, “Dipsomania”nın başarısını pekiştirdi ve grup için bir başka zirve noktası oldu. “Neurasthenia” (sinirsel yorgunluk), daha yavaş tempolu ve doom metal etkilerinin öne çıktığı bir çalışma olarak dikkat çekti. Graf’ın vokalleri, çaresizlik ve öfke arasında gidip gelen bir tonla albümün ruhunu tanımladı. Bu iki albüm, Psychonaut 4’ü DSBM türünde hatırı sayılır bir konuma yerleştirdi.

2018’de grup, Fransız DSBM grubu Nocturnal Depression’ın şarkılarını coverladığı 6 parçalık bir albüm yayımladı. Bu çalışma, Psychonaut 4’ün kökenlerine saygı duruşunda bulunduğu bir proje olarak görüldü. Aynı yıl, “Tbilisian Tragedy” adlı bir single çıkardılar; bu parça, Tbilisi’nin kaotik ve melankolik ruhunu yansıtan bir başka güçlü eser oldu.

2020’de ise “Beautyfall” albümü dinleyicilerle buluştu. 7 şarkıdan oluşan bu albüm, grubun evriminde önemli bir adım olarak değerlendirildi. “Beautyfall”, önceki albümlere kıyasla daha atmosferik ve post-black metal etkilerinin yoğun olduğu bir çalışma oldu. Albüm, dinleyicilere hem tanıdık bir Psychonaut 4 deneyimi sunarken hem de grubun müzikal sınırlarını genişlettiğini gösterdi.

Psychonaut 4, 2024 yılında Türkiye’deki ilk konserini 24 Mart’ta İstanbul’da IF Performance Hall Beşiktaş’ta verdi. Bu etkinlik, grubun Türkiye’deki sadık hayran kitlesiyle buluşması açısından önemli bir mile taşıydı. Aynı yıl, 25 Ekim 2024’te “…Of Mourning” adlı yeni albümlerini yayımladılar. Albümden tanıtım single’ı olarak “Fiqrebi Mtsukhrisa”yı Vai Me ve Harakiri for the Sky ile iş birliği yaparak sundular. Bu single, grubun prodüksiyon kalitesini artırdığını ve DSBM köklerine sadık kalarak yenilikçi bir yaklaşım sergilediğini gösterdi.

Psychonaut 4’ün müziği, DSBM’nin tipik özelliklerini taşır: çiğ ve agresif gitar riff’leri, blast beat davullar, çığlık vokaller ve yoğun bir melankoli. Ancak grup, doom metal ve post-black metal unsurlarını da sıkça kullanarak türün sınırlarını zorluyor. Lirik olarak, umutsuzluk, alkolizm, madde bağımlılığı, intihar düşünceleri ve kişisel acılar gibi konuları işliyorlar. Graf’a göre, müzik onlar için bir “kurtuluş” yolu; yaşadıkları duygusal yükleri dışa vurmanın bir aracı.

Gürcistan gibi metal sahnesinin sınırlı olduğu bir ülkeden çıkmasına rağmen, Psychonaut 4, küresel DSBM topluluğunda kendine sağlam bir yer edindi. Grup, özellikle Avrupa’da (İsveç, Norveç gibi ülkelerde) ve Türkiye’de hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip. Müziği, acı çekenler için bir teselli kaynağı olarak görülüyor ve bu yönüyle DSBM’nin özünü yansıtıyor.

Diskografi

  • Demo:
    • “40%” (2011)
  • Stüdyo Albümleri:
    • “Have a Nice Trip” (2012)
    • “Dipsomania” (2015)
    • “Neurasthenia” (2016)
    • “Beautyfall” (2020)
    • “…Of Mourning” (2024)
  • Split Albümler:
    • “Tired, Numb, Still Alive” (2012)
    • “The Great Depression I” (2013)
    • “Psychonaut 4 / Cheerful Depression / Культура Курения / Hovert” (2014)
    • “Urban Negativism” (2015)
    • “Children of the Night” (2018)

24 Mart’ta İstanbul’da IF Performance Hall Beşiktaş Konserinden;

Yerde ayaklarımı uzatmış, sırtımı kanepenin ayaklarına yaslamış oturuyorum. Sağımda içi ağzına kadar dolu küllük, kenarından sarkan, sönmeye yüz tutmuş bir sigara. Solumda neredeyse bitmiş büyük bir şişe rakı (Bardak yok..) Önümdeki “Tv” ekranında “Loop”a alınmış, sürekli dönen “Lethargic Dialogue” klibi. Bir rakıya, bir sigaraya, arada bir de ekrana bakıyorum. Videonun başında elde dönen çakmak gibi başım dönüyor. Depresif düşünceler, bitik bir karaciğer, antidepresanlar, anksiyeteler, ilaçlar, mahvolmuş bir hayat, “Psychonaut 4”… 2015’te keşfettiğim “P4” (böyle deyince aklıma bir “DSBM” grubundan ziyade evdeki “Play Station 4 Pro” geliyor ama kısaltma işte.) “Youtube”da gördüğüm günden beri dinlemeye asla ara vermediğim bir “DSBM” grubu. “P4” Yukarıda anlattığım hikaye ve binlercesi gibi bir çok zor anımda bana arkadaşlık etti. Konsere geçmeden önce nedir bu “DSBM” sadece biraz sert müzikle harmanlanmış, üzgün ergen intihar girişimlerimi, yoksa fazlası mı? Biraz bunlara bakalım.

“Depressive Suicidal Black Metal” 90’ların başında “Burzum” etkisiyle yeni şekillere bürünen Black Metal’in belki de en uç türlerinden biri. Ben şahsen tek albüm çıkarabilmiş olan “Silencer” grubu ve psikolojik vakaların en berbat donanımlarına sahip hasta ruhlu solistleri “Nattramn” ile “DSBM”le tanıştım. Bu müzikte, gruplarında, solistlerinde öyle hikayeler, öyle hezeyanlar var ki değme korku filmi senaryolarına taş çıkartır. Özellikle “Nattramn”ı hafif bir “google”larsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Bu tarz hikayeler okuyup birde bunlarla aşırı bağdaşan müziklerini dinlediğinizde, eğer sizde hafif, orta, şiddetli depresyon dönemleri geçirdiyseniz kendinizi bu işe fazlasıyla kaptırıyorsunuz. “Shining” “Lifelover” “Nocturnal Depression” “Apati” “Xasthur” “Happy Days” “Coldworld” “Thy Light” ve sayamayacağım diğerleri öyle gruplar ki, bunları acının müzikte şekil bulmuş halleri olarak yorumlayabilirim. Histeri krizleri yaşayan vokaller, hezeyan tarayan gitarlar, şarkıların arasındaki durulma bölümlerinde giren ilginç enstrümanlar, (Black metalde saksafon olur mu demeyin oluyor, güzelde oluyor.) zil kullanımı yüksek atmosferik davullar ve bazen şarkı aralarında, başında ya da sonunda giren diyalog bölümleri. Anlatılar, bozuk radyo konuşmaları, çocuk koroları, şarkıları…

“P4” yukarıda saydıklarımı ve daha fazlasını icra eden bir grup. Artık üretim yapamayan “Silencer” (Nattramn’ın akıl hastanesi projelerini saymazsak.) ve “Lifelover”ın (Aşırı doz kullanımı sonrası ölen gitaristleri sebebiyle grup dağıldı.) yeri dolamayacak olsa da, “P4” bu tarzın ciddi bir takipçisi oldu ve bayrağı onlardan devraldı diyebilirim. (Saydığım iki grubunda önemli şarkıları “P4” tarafından son albümlerinde coverlandı.) Dinlemesi zor bir tarz olan, abilerimiz, ablalarımızın, genel metal müzik dinleyicisinin dahi çok anlamlandıramadığı “DSBM” hala kısıtlı bir kesim tarafından bağra basılsa da, yaşamak zorunda olduğumuz çağ gereği giderek daha fazla takipçi kazanan bir akım. Konser açıklandığında üzülsem mi sevinsem mi bilemedim, müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Uzun zamandır dinlediğim bir grubu sahnede izleyecek olmak sevinç vericiydi fakat diğer yandan geçirdiğim zor zamanları hatırlamak ve o günlere geri dönmek acı verici olabiliyordu. Tamda böyle duygularla gittim konsere. İki arada bir derede… “DSBM” ve “sevinç” kavramları birbiriyle çok bağdaşmıyor zannedebilirsiniz fakat size şunu söyleyebilirim ki benim nazarımda “DSBM”in yalnızlık, ölüm, intihar güzellemesi, aşırı doz, kendine zarar verme, alkolizm, vs. temaları yanı sıra, insana destek olan, hayata devam etmesini sağlayan, “güç” veren bir tarafı da var.

Zor, katlanılamaz dönemler geçirdiğimde kendi kendime yıllar içerisinde geliştirdiğim belki hastalıklı sayılabilecek bir yöntemim var. Bu dönemlerde genellikle depresif şeyler okumak, izlemek ve dinlemeye meyilli olurum. Holokost filmleri, savaş anıları, özellikle Doom/Black metal müzikleri bana yardımcı olur. Dünyada, senin o an yaşadığın acıdan daha büyük dramların olması, senden çok daha zor durumda kalan insanların hikayelerine odaklanmak konuyu en azından biraz olsun senden uzaklaştırır, hafif bir rahatlama hissi getirir. “P4” Gürcistanlı bir grup ve tarzlarını “Post Soviet Black Metal” olarak tanımlıyorlar. Bu tanımlama bile tek başına benim dikkatimi çekmeye yetmişti. Oraya ne yazdılarsa bu adamlar onu yapıyor, yaşıyor. Biz hiçbir zaman kanatlarını sonuna kadar açmış, ideolojisini ve baskısını bütün topraklarına zorla yaymış, egemen, düşman bir kuvvet tarafından yönetilmek zorunda kalmadık. (Ruhun şad olsun büyük Atatürk!) Ama bu adamlar yıllar boyunca bunu yaşadı ve bu olayın etkileri onlarda izler bıraktı, yaralar açtı. İçlerinde belki hala o günleri yaşıyorlar, hatırlıyorlar. Bu gözlerinden bile belli oluyor, birçok jenerasyona yayılmış bir durum bu. Konser boyunca arka planda, logolarının gerisinde gösterilen eski Sovyet bloğu mimarisinden örmekler bu dediklerimi destekliyor. Mega, güçlü, haşmetli, soğuk bloklar, toplu konutlar, binalar… Şükürler olsun ki onları anlayamıyoruz, belki biraz hissediyoruz. (Mimari dışında…) Anlayabilecek durumlar yaşamadık. Onları anlamaya çalışmamız Nasılsın? “İyiyim” diyalogları kadar saçma bir çaba oluyor. Sovyetler birliği devri ve sonrası dönem acılarını bize geçiriyorlar ve ben yine bu tarz şeyler yaşamadığım için rahatlıyorum evet ama sadece bununla sınırlı kalmıyor. “P4” ve “DSBM” grupları sayesinde artık kendimi yalnız hissetmiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun, benimle benzer acıları ve durumları, hissiyatları paylaşan insanlar var! Evet, yalnız değilim ve bu çok büyük bir güç. Belki o yerilen intihar temasının, kendisini öldüren ya da zarar veren müzisyenlerin, bağımlılıkların tam aksine insanı yaşama bağlayan, devam etmesi için insana dayanak olan bir güç. Dibe vurduğunda ayaklarını sağlam bir şekilde yere vurup, hızla yüzeye doğru çıkma gücü…

İŞTE OMUZ OMUZA JİLET ÇEKECEĞİMİZ AN!

Konsere giderken neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum ama yalan yok bu kadar iyi geçeceğini düşünmemiştim. Konser normalde Pazar günü gerçekleşecekti fakat grubun uçaklarındaki bir sorun nedeniyle “P4” gecikti ve etkinlik ertesi güne ertelendi. Bu konuda seyircide sıkıntılar yaşandı. Şehir dışından gelenler biletlerini iptal etti, konser hafta içine alındığı için gelemeyenler oldu vs. Sonuç olarak beklenenden biraz daha az bir kitleyle konseri geçirdik. Bu durum “P4” ün performansına bir eksi yazmadı, aksine daha da istekli ve enerjik şekilde konserlerini verdiler. Bu aksaklık için özür dilemeyi de ihmal etmediler. Genç nüfus ağırlıklı kitle tam bir “DSBM” dinleyicisiydi diyemem, zaten bunu beklemezdim de. Merakından gelen dinleyicide çok vardı, birkaç parça dinlemiş olup grup hakkında az buçuk fikir sahibi olanda, her şeye, bütün şarkılara hakim olup en önde translara girende. Tarzın gelişimi açısından bu yaşananlar gayet olumlu. Gördüğüm kadarıyla herkes konserden memnun ayrıldı. Memnun ayrılmamak mümkün değildi adamlar gerçekten o kadar hissiyatlı çalıp söyledi ki, hep birlikte gerçek bir inanmışlık, kendini adama deneyimi yaşadık.

“P4” ün ilk albümü “Have A Nice Trip”in yazının başında söylediğim gibi bende ayrı bir yeri vardır. Konser “Setlist”leri internette fazla dönmüyordu ve benim gördüğüm kadarki kısmında konserlerinde artık ilk albümden hiç parça çalmıyorlardı. Bu konserde daha ilk şarkıda, ilk albümden “Parasite” (en sevdiğim ikinci parçaları.) ile girmeleri tahmin edersiniz ki beni binlerce farklı duygu durum içerisinde bıraktı. Telefonla çekim yaparken telefonumda “Headbang” yaptı. İnanılmaz anlardı. “We Will Never Find The Cure” “Moldy” ve “Too Late To Call An Ambulance” konser öyle hissiyatlı, öyle derin duygularla geçiyor ki başka hiçbir şey anlatmama gerek yok aslında. Şarkı isimlerini okusanız yeter. David kendinden geçiyor, (zaten kendinden geçmesi ile tanınır…) şarkıları yerde sürünerek söylüyor, bağırıyor, kendini yerden yere vuruyor, çığlıklar, yardım çığlıkları, Allah’ın belaları! David, “Lifelover”dan “Kim Carlsson”a benzettiğim hareketler sergiliyor, ölüyor, bitiyor. Seyirciyle birkaç kelime dışında çok fazla “konuşamadığı” (İstanbul, helö, hıı..) için, konuşmaları ve seyirci iletişimlerini genelde gitar/vokalleri yaptı. Konserlerde bu durumu iyi ayırmışlar, güzel çalışıyorlar. David konuşma konusunda sazı eline alsa hepimizin tadı kaçabilir. Sen şarkını söyle, çığlıklarını at abi. Grubun aklıselim, beyefendi, papyonlu gitaristi konuşmaları yapar. Bize özel olarak yapacaklarını söyledikleri ikili acı seansı, gitaristin söylemesine göre “üzerine çok fazla çalışılmamış” “deneysel bir şey” beceremezsek bize kızmayın dedi fakat kızmak ne kelime, resmen nutkumuz tutuldu! Bu bir “Şov” olarak değerlendirilebilirse eğer ben böyle “Şov” görmedim diyebilirim. IF’in duvarlarından acı fışkırdı. Gidin bakın hala orada duruyordur. Acı mekana sinmiştir. Mahvettiler bizi…

“Beautyfall” (2020) albümlerinden “Sana sana sana cura cura cura” (Türkçe okuyunca ne kadar manalı oluyor, eski sevgiliye sitem edilen bir nefret şarkısı gibi.) çalınıyor. Bu hezeyan sonrası “Tbilisian trajedisi”. Yukarıda sigaraya çıkmıştım, melodiyi duyar duymaz merdivenleri üçer beşer inerek koştum geldim. Gitarist bunu çalmadan önce sanki “sıradaki şarkıyı biliyorsunuz, bunun için üzgün hissetmiyorum” deyip güldü. Konuşmanın başını kaçırdığım için ben pek bir mana veremedim, anlayan varsa yeşillendirsin. Hayırdır yani kardeş burasıda İstanbul tragedyası, hepimizin acıları var, bunlarımı yarıştıracağız… Neyse. “Beware the silence” sonrası bana ikinci şok geliyor. Yine yazının başında bahsettiğim, yıllar boyunca Loop’a aldığım şarkı “Lethargic Dialogue” (en sevdiğim “P4” şarkısı.) canlı çalınıyor! Benim bira fondiplendi, saçlar açıldı, darmadağın olundu… (Boynum hala ağrıyor…) Bu konserde ses o kadar iyiydi ki (belki “P4” için fazla iyi bile sayılır.) başka hiçbir konserlerinde bu kadar iyi ses aldıklarını düşünmüyorum bile. “Personal Forest” “My Sweet Decadance” (bu şarkı hep birlikte söylendi, elimizde çakmaklar eksikti.) ve “Bad morning” sonrası grup sahneden iniyor. Bizim çocuklar organize tabi “hurraa” kapıya derken “P4” tekrardan sahnede “The Stooges” Cover’ı olan “I wanna be your dog” şarkısını çalıyorlar. Hopluyoruz, zıplıyoruz. Resmen bu gece, burada, bütün acıları si……z!

“P4” muazzam bir acı resitali sonucunda sahneden iniyor. Tekrar gelmek için söz veriyorlar ve ben tekrardan geldiklerinde yine benzer bir performans sergileyeceklerini düşünüyorum. (Daha iyi diyemiyorum, bundan daha iyisi nasıl olur bilemiyorum..) Grup, kuliste biraz dinlendikten sonra önceden söz verdikleri gibi “Meet And Greet” için seyircinin arasından geçip “Merch” standının arkasına gidiyor. Uzun bir kuyruk “P4”ten imza almak, fotoğraf çektirmek için bekliyor. Sıranın sonu gelmiyor, herkes grupla kucaklaşmak, sarılmak, konuşmak istiyor. Seyirci duygusaldı, grup duygusal ve yorgundu. Bu işin tamamlanması zor gibi gözüküyordu. Dolayısıyla bir süre sonra “tamam artık yeter arkadaşlar” diyorlar ve kalan sırayı toplu fotoğraf çekimiyle kandırıp kulise dönüyorlar. Bir “DSBM” grubuyla fotoğraf çektirmek, sırıtırken “P4” elemanlarıyla fotoğrafının olması falan bunlar… Ne bileyim biraz “sırıtan”, çelişkili, konuyla bağdaşmayan şeyler gibi gelmiyor değil. (Benimde oldu gerçi kardeşim, anıdır neticede kehkeh…) Konser o kadar güzel geçti ki olumsuz bir not, gözlem, izlenim sunamıyorum. Bu sene Metal müzik konserleri açısından çok verimli geçiyor, birçok enteresan grupla, “Sound”la, janrayla karşılaşıyoruz, tanışıyoruz. Bu etkinlikleri gerçekleştirenlere hakaret etmek yerine bence tekrardan teşekkür edelim. Şartları, zorlukları, aksilikleri anlamaya çalışalım, anlamasakta saygı duyalım. Güzel memleketimizin, yaşamak zorunda kaldığımız şu boktan dönemlerinde adamlar sevdiğimiz, müziklerinde nefes aldığımız, gelmesi için belki dualar ettiğimiz grupları getirmeye çalışıyor. Bu işi ne kadar profesyonel şekilde planlarsan planla, iki taraflı aksilikler yaşanabiliyor, kriz yönetimi yapmak gerekiyor, hızlı aksiyonlar almak zoruna kalıyorsunuz vs. Üzüntüyü, hayal kırıklığını anlarım ama klavye başından küfür etmek nedir? Şartlar gereği konsere gelemeyeni anlarım ama tepki olsun diye sevdiğin bir grubun konserine gelmemek nedir? Her neyse gelmeyen çok şey kaçırdı bir kez daha bunu belirteyim. Konserin etkisi hala üzerimde ve “P4”ün şarkıları beynimde çalmaya devam ediyor. Tekrardan yoğun şekilde “DSBM” batağına düşüyorum. Kaçabilen kendini kurtarsın, benim için artık çok geç. “Too Late To Call An Ambulance”… Sevgiyle kalın, görüşmek üzere!

Konser yazısı: Ahmethan Dağlı